UNUTULAN LAZ EVLERİ



Ev denildiği zaman içinde torunlar, baba ve dedenin birlikte yaşadığı yuva akla gelir. Yemyeşil bahçeler içinde birer konaktır bunlar. Bahçeler ve bostanlar, yeryüzünde biz de varız diyen tüm sebze ve meyveleriyle, sayfiye evlerini rüyalar alemine sokar. Avlusunda serendesi, çesmesi, oçambresi, xalesi ile tam bir farlılık arz eder. Bir de Laz evlerinin en yakın dere ve ırmaklarına kurulu olan her evin veya sülalenin değirmenleri de olur. Bu yapı 20’nci yüzyılın ikinci yarısından sonra birden gözden düştü. Herkes eski Laz evlerini yıkıyor, yerine betonarme evler dikmeye çalışıyordu. Bir tarihin gözlerden kazınmasına şahit olmak varmış ve oldum. Her eski ev yerle bir ediliyor, sonra onunla hiç alakası olmayan, mimari hiçbir değer taşımayan yapılar kuruluyordu.

Köylerimize henüz araba yolları yapılmamıştı. Betonarme binaların; kumu, çakılı, çimentosu, kerestesi, kiremiti hep atlar ile taşınıyordu. Bu atları ilk defa bu kadar yakından gördüğümüz için yaşıtlarım ile bu atlarla çok ilgileniyorduk. Sağına ve soluna tahtadan yapılmış kutu şeklindeki küfeler ile bu hayvanlar Karadeniz’in dik yamaçlarına doğru patika yollardan ağır yükleri taşırken, bizler peşlerinden gitmekten çok hoşlanıyorduk. Bir defasında ağır yükü ile diz üstü çöken ve can çekişmeye başlayan hayvanı seyretmiştim. Hayvan gözlerimin önünde öldü. Onu, yol kenarındaki küçük bahçeye gömdüler.

Evet insanlara bir şeyler olmuştu. Israrla eskiyi kazıyor ve yeni bir yapı olan betonarme ev için kendilerini yırtıyorlardı. Babalar, bazen de büyük erkek çocuklar da gurbette idiler. Eskiyi gözler önünden kazımak için insanlar birbirleriyle yarışıyorlardı. Biz de o sıra yeni evimizi yapıyorduk. Ama eskisini yıkamamıştık. Çünkü eski eve diğer amcalarımda ortak idiler. Ev yıkımları öyle çoktu ki; yıkımları seyretmek, orda bulunmak en büyük zevklerimizdi.

Eski evler, taş, ahşaptan değişik kompozisyonlar oluşturarak çok kuvvetli yapılar oluşturuyorlardı. Ev yapmak her toplumda olduğu gibi Lazlarda da sosyal yaşamda çok önemli yer tutar. Bir zamanların kültürünü yansıtan bu evleri yıkmak, büyük bir itina ile yapılırdı. Bu iş için gönüllü müfrezeler oluşmuştu. Zaten o sıralar imece usulü ile yardımlaşarak iş yapmak halk arasında çok yaygındı. Önce büyük bir itina ile enin damındaki kiremitleri elden ele yere indirirlerdi. Bu çalışmaya, yani toplu olarak çalışmaya Lazlar, Meci diyorlar. Elden ele kiremitler, yere inerken aynı zamanda bir kenara sanatkarane bir şekilde, bir duvar gibi dizilirdi. Sağlam kiremitler yığınlanırken yere düşen kiremitlerden tombala taşı yapardık. Tombala oyunu daire şeklinde yuvarlak hale getirilen kiremitler üst üste konarak, topla oynanan bir tür çocuk oyunuydu. Yıkım çalışmaları bütün hızı ile devam ederken çocuklar da kendi alemlerinde oyunlarına devam ederlerdi.

Çatıdan bütün kiremitleri indirdikten sonra, artık çatıdan bir şey düşmez diye inandıktan sonra büyük zevkimiz otrebiyi kaldırmaktı. Otrebi ocaklığın önüne konan kocaman yassı bir taştır. Büyüklerimizden öğrendiğim kadarı ile bu otrebi taşının altında altın para çıkardı. Bu parayı görmek hoşumuza giderdi. Otrebiyi büyük bir gayretle kaldırırlardı. Yıllarca yanan ateş ile taşın altındaki toprak bile kumlaşmış ve beyazlaşmış olurdu. Altındaki toprağı genelde çocuklara eşelettirirlerdi. Epeyce toprak eşelendikten sonra beyazımsı toprak, birbirine yapışık ve kolay dağılan topraklar çıkardı. Bu kolay kırılan, dağılan toprağın içinde bir altın para bulunurdu. Büyüklerden öğrenmiştim. Bu kolay kırılan ve dağılan toprak aslında kemikti. Yıllarca ateşe yakın toprağın altında buluna buluna bu hale geliyordu.

Çoğu zaman kendi kendime düşünmüşümdür. Bu kemiğin burada ne işi vardı? Otrebinin altında altın para çıkarsa o evin sahibi zengin Laz idi.

“Senin eskiler iyi idi, sen de aşağı kalmazsın” dediklerinde evin sahibi bu tür iltifatlardan çok hoşlanırdı. O takılmaları izler, konuşulanları dinler ve anlamaya çalışırdım. Lazların nasıl ev yaptığını ta o zamandan beri büyük merak ile araştırmaya başlamıştım. Araştırdım. Çok güzel bilgiler edindim. Şimdi bu uzun yıllar süren izlenim ve araştırmalarımı aktaracağım.

Öncelikle evin kurulacağı yere ocaklık açılmaya çalışılır; ocaklığı açmak için bir tören yapmak gerekir. Bunu için her Laz ailesi bütün imkanlarını ortaya koyar. Ailenin ekonomik durumuna göre bir xoci(öküz) alınırdı. Bu ilk tören için toplanan ahali ocaklığı açmaya başlar, arazi durumuna göre o yere ev yapılır, bina kurulur hale getirilirdi. Evin oturma yerini oluşturacak bölümün bir köşesini kazarak çukur açarlar. Bu çukurun yanına xociyi yatırırlar. Koca hayvan ayakları bağlanarak yere yatırılır ve başı tam çukurun üstüne konulurdu. Çukurun başında kesilir, yüzülür, parçalanır. Etinden büyük kazanlar ile etli pilavlar yapılır. Baş özel olarak pişirilir ve gelen kalabalık tarafından yenilir. O gün yapılan yemekleri tükeninceye kadar yemek gelenektendir. Kafa kemiği temizlenir, beyin oyuğuna az toprak konulur, bu oyuğa bir altın para yerleştirilir, beyin oyuğunun geri kalan boşluğu da toprakla beslenerek iyice sıvanır. Hayvanın kesildiği oyuk temizlenir, kafa oraya yerleştirilir ve üstü toprakla örtülerek iyice basılır. Gömülen kafanın üstündeki toprak iyice düzeltilir. Bu işlemin yapıldığı yere geniş büyük bir taş konulurdu. Bu taşın ismi otrebidir. Otrebi ocak taşı diye Türkçeye çevrilebilir.

O gün törene gelen erkekler ev kurulacak yeri kazmaya, düzeltmeye devam ederler. Bir kısım insanlar toprağı kazır. Diğer kısım insanlar da xamel ile toprağı çekerlerdi. Xamel denilen alet şöyledir; tahta parçasına uzun bir sap çakılır. Tahtanın her iki ucuna ipler bağlanır ve böylece xamel hazırlanmış olurdu. Bu kalasa, eşit kuvvette insanlar dayanır, bu arada bir kişi de dikey durumdaki tahtayı tutarak aleti yönetirdi. Buna xamelci diyorlar. Amaç toprağı silerek çekmek ve istenilen yere götürmektir. Tahtayı bu iş için süren xamelci: Arada xamelin üstüne çıkar, çekimi zorlandığı zaman veya xamel toprağa fazla dalış yaptığında yarım ayak inerek ağırlık vermez böylece bir ağırlığın olması toprağı daha iyi silmesini sağlar. Bir taraftan da kazma ile kazılan topraklar fazla zorlanmadan istenilen yere getirilmiş olur. Bu işlerde çalışmak ustalık ister, herkesi hamelde çalışmaya almazlardı. Bir ekip oluştururlardı. Bu işleri yapmak için daha önce bu işleri yapan insanlara kendini ispatlaman gereklidir. Ayrıca xamel çekmek çok zevkli bir iştir. Zamel çekilen yerde toprak çok düzgün olurdu. Ben bu alete ilkel Laz greyderi diyordum. Hayli işe yarayan ilkel bir alettir.

Evler her zaman iki bölüm halinde yapılırdı. Evin yarıdan aşağısı kazınarak axir(hayvan barınağı) yapılırdı. Bu bölüm bir insan boyundan biraz daha fazla kazılarak oluşturulurdu. Bu bölüm yapılırken genelde arazi meyilli olduğu için pek fazla harfiyat yapmak gerekmiyordu. Bu tür ev yapmaya insanlar arazi durumundan ve tarıma olan bağımlılıktan yönelmişlerdir. Bu çalışmalar yapılırken kuvveti bir noktada yoğunlaştırmak için “Helesa Yalesa Heya Mola e Berepe” diye çevreyi inletirlerdi. Bu gönüllü çalışmayı kadınlar yüksek bir yere çıkarak oradan hayranlıkları gizlemeden ara sıra erkeklerine tezahürat yaparlardı. Ayrıca bu toplanma yeri genç aşıklar için bir gösteri alanıydı. Delikanlı burada ne kadar güçlü olduğunu göstermek için bütün hünerini kullanırdı. Nasıl çalışkan olduklarını gösterme peşinde olurlardı. Kızlar da beğendikleri delikanlıları büyük bir hayranlıkla izlemeye çalışırlardı. Çevredekiler de bunu sezerler ve tatlı tatlı takılmalar ile düğün ve nişan gününü olduğundan daha erkene almak için ellerinden geleni yaparlardı. Laz geleneklerinde toplanma ve eğlenme büyük yer tutar. Oyun oynamayı seven bir topluluk olarak tanınırlar.

İki kat teras yapıldıktan sonra ocak yerine evin kurulacağı temeller kazılmaya başlanır. Temel sağlam yapılırdı. Axir ise daha itina ile kara taşla yapılırdı. Kara taşlar; dere yakınlarında taş ocakları kurularak, oralarda kırılarak, çevrelere düzeltilerek taşınarak getirilirdi. Axir tamamen taştan yapılırdı. Evin axir bağı bittikten sonra ev artık ahşap olarak yapımına devam edilirdi. Evin köşelerinde tahtalar, “kurt boğazı” denilen bir yöntem ile birbirine geçirilerek kenetlendiriliyordu. Bu çok özel bir yöntemdi. Böyle yapılan bir evin yıkılması imkansızdı. Tahtalar enine bir burgu ile delinerek içine düzgün olarak hazırlanmış çubuklar sokulurdu. Böylece tahtalar birbirine bağlanırdı. Ev yapımında bu tahta çivileri kullanmak Laz evlerinin en önemli özelliklerinden biriydi. Bu yöntemle yapılan evlerde metal çiviler kullanılmazdı. Böyle ev yapmada kullanılan yöntem tek değildi. Evin duvarlarına ahşaptan gözenekler yapılıyor, yalıdan toplanan geniş büyük çakıl taşlarını gözeneklere yerleşecek şekilde yontarak ahşap ve taşın çok güzel sentezi yapılıyordu. Bu yapı biçimi evleri nakış nakış örülmüş gibi bir başka gösteriyordu. Bir başka yapı biçimi: Ahşaptan üçgen şeklinde gözenekler yapılıyor ve bu gözeneklerin içi tuğla ile örülüyordu. Bu yapı biçimi daha sonra sıvanarak eski özelliğini kaybetti. Her ev kendi başına bir sanat eseri olmak zorundaydı. Çünkü her ev, yapıcısı usta ile yad edilir ve sahibi ile şöhrete ererdi. Evi yapan ve yaptıran el ele vererek bir şaheser ortaya çıkarırlardı. Bu yaptıkları ev ile hem usta, hem ev sahibi övünürdü.

Bu işin edebiyatı da yapılıyordu. Bir örnek verelim: Böyle güzel evlerin yapıldığı çağda, bir aile ev yaptırıyormuş; evin hanımı her gün ustalara lahana pişirip getiriyormuş, ustalar her gün lahana yemekten usanmışlar, kadını takip ederek lahana tarlasına ve ona görünmeden tarlayı tahrip etmişler. Tarlada bir tane canlı lahana bırakmamışlar. Ertesi gün ustalar lahananın dışında bir yemek bekliyorlarmış. Ama olmamış, teyze yine yine lahana getirmiş., bu sefer de teyze bir şarkı tutturmuş. Teyze: “Yeyin uşaklar yeyin. Bir düz bitti ise bir düz daha var”. Lazcası aynen şöyledir. “ Şkomit e berepe şkomit, ar duzi diçoduna ar duzida kon, şkomit e berepe şkomit”. Teyzenin böyle şarkı tutturarak yine lahana getirdiğini gören ustalar şaşkına dönmüşler. Bu anlatımlar Lazları nüktedanlığından ortaya çıkmıştır. Yoksa gerçekte usta ile evi yaptıran arasında en küçük bir kırgınlık olmaz. Böyle bir şey olursa bunu Lazlar uğursuzluk olarak sayarlar. Ustası memnun edilmeyen evi haşarat basacağını anlatan bir sürü deyiş vardır.

Evin tavan bölgesine gelince tavanın tam ortasına, boydan boya ongure yerleştirilir. Bunun iri düzgün ağaçtan olmasına dikkat edilirdi. Bu ailenin ekonomik durumuna göre iri ve iyi ağaçtan yapılırdı. Ceviz ağacı olması tercih edilirdi. Ceviz belli zamanlarda kesip dinlendirmek gerekiyordu. Böyle yapılırsa daha çok dayanacağı deneyimlerden geçirilmişti. Evler bir bir yıkılırken bu ağaçların hiç çürümediğini bizzat görenlerdenim. Bu ağaçlara çivi çakılmadığı için yeni betonarme binaların cam çerçeveleri, kapı pencereleri ve döşemeleri yıkılan bu evlerin ahşabı ile yapılıyordu. Ongure dediğimiz bu ağaç evin tam otrebi taşının üstünden geçerdi. Yani bu ahşap kiriş tam ocağın üstünden evi boydan boya kaplardı. Bu ağaca bir zincir bağlanır ve tam otrebiye kadar uzatılırdı. Ucunda bir kanca olurdu. Bu kanca ile zincir kısaltılarak uzatılabiliyordu.

Ongureye takılan zincir ta ateşe kadar uzanması gerekiyordu. Bu zincirin Lazca ismi klemuri idi. Çatıya gelindiğinde önce tavanın döşemesi yapılırdı. Bu döşeme yapılırken evin iki baş tarafına direkler dikilir, çatının üst semer direği çakılırdı. Makas ağaçları denilen düzgün ağaçlar saçakları da ayarlayarak dikey olarak yerleştirilmeye başlanırdı. Dikey paralel olarak dizilen makas ağaçlarının üstüne reka denilen ve asıl kiremitin üzerine dizildiği çıtalar ölçülü olarak dizilirdi. Rekalar çakılırken kiremit boyuna ve kiremitin oyuklarına göre çakılmaya çalışılır. Bu çatı semerine eski Laz evlerinde içi ve çatı semerleri yaparak çeşitli şekiller vermişlerdir. Zamanla bu güzel sanat yok oldu. Şimdi çatılar tek yükselti ve saçaklardan oluşuyor. Bir an gelir ustalar çatı üstünde başına ve sonuna bir çıta çakarlar ve bu iki çıta arasına ip gererler. Ustalar bu zamanda bir garip çalışmaya başlarlar. Rekalar çakılıyor ama sanki ustalar boş yere çekici keseri vuruyorlar gibi gelir. Bir de vuruşlarını ahenkli yaparlar. Bu çalışma çok eğlenceli geçer. Evi yaptıran ev sahibi ipe bir kumaş asar. Komşular, dostlar da gelip kumaşlar asarlar. İp rengarenk kumaşlarla donanır. Hediyeler geldikçe coşar. Çalışma bir bayram havasına dönüşür. Tak taka, tak taka, tak taka sesleri ile çakılmaya devam eder. İş aslında durdurulmaz ve büyük bir çabuklukla devam eder. Kiremitlerde büyük bir çabukluk ile örtülür. Evin tepesine asılan kumaşlar ustalarındır. Onlara verilir. Bu davranış yine geleneklerdendir.

Çatı bittikten sonra iç donanıma geçilir. Tuvalet banyo yapılır. Bir de Lazlar kapalı bir toplum olduklarından her yatak odasında döşemelere bir kapak yapılır. Bu kapağın altında bir su aylağı ve suyun dışarıya atılması için atık su yolu vardır. Bu kamuflajlı banyoları yeni eşler kullanır. Evde büyüklerin yanında yıkanmak, bunu için gürültü yapmak büyük ayıp sayılır. Bundan dolayı yeni evlilerin eşleri ile rahat rahat yıkanmaları için bu yöntem bulunmuştur.

Dolaplar, kiler, kaşıklıklar, kazanlıklar, askılıklar ve daha birçok şeye gerekli olan envai çeşit donanımı yaparlar. Bu çalışmalar evi yaptıran adamın durumuna göre değişir. Eğer ekonomik durumu iyi ise iğneden ipliğe her şeyi yapılır. Ana kapı yapılır. Yine ana kapı üzerinde bir yarım kapı daha yapılır. Lazlar buna koğoporta derler. Bu işlem tamamlandıktan sonra ana kapı kapatılır.

Bu olaydan sonra evi yaptıran kişi yeni bir öküz, yani xoci getirir. Onu keser, yine etini ayarlar, etli pilavını yapar ve yemeği hazırlar. Kafayı pişirirler. O gün bir şölen verilir. Yenilir içilir ve bütün etler tüketilir. Kafa da yenir, temizlenir, biraz yakılır ve temizlenerek boyanır. Kafa rengarenk hale gelir. Bu kafa ana kapını üstüne çakılır. Kapının tam üstüne kapıyı ortalayacak gibi, boynuzlar iki yana, yere paralel bir şekilde çakılı durması Lazların yine vazgeçemeyecekleri ev yapma usul ve geleneklerindendir. Artık evin törenle açılmasına geçmek gerekmektedir. Evi açmak geleneklere göre o topluluğun en yaşlısına düşerdi. Fakat genelde yaşlı Lazlar ev açılışını evi yapan ustaya bırakırlardı. Bu, ustaya değer vermenin bir göstergesi idi. Yaşlı Lazlar dualarla evin açılışına eşlik ederek topluma örnek olurlardı. Topluluk ise hep bir ağızdan dualarla “amin” diyerek açılışa eşlik ederlerdi.

Bu ev yapımında öküzün, yani xocinin kesilmesi bir güç ifadesi idi. Hatta hayvanın gösterişli olması, kimsenin kesemeyeceği kadar büyük olması için bir anlamda Lazlar birbirleri ile yarışırlardı. Bu gelenek Lazların ekonomik yönden zayıflaması ve İslamiyeti kabulü ile yerini koça bıraktı. Bugün bu alışkanlıklardan pek bir şey kalmadı. Gelenekler maddi koşullar ile beraber, onların yanı sıra gevşeyerek zaman içinde etkinliğini kaybetti. Giderek tamamen ortadan kayboldular. Şimdilerde evinin yapımını bitirenler en sonunda bir koç kesiyorlar ve bunu adak geleneklerine göre eşe dosta dağıtıyorlar. Yalnız bir evi tamamlayan unsurlar da peşi sıra gereklidir. Birincisi ve ne önemlisi su ihtiyacını karşılayan çeşme kapıda olmalı. Bu evin şanıdır. Çeşmeler Laz kültüründe ayrı bir yazıda incelenecek kadar önemli bir yapıdır. Yine dışarıda dört direk üstüne yapılan meydan tuvaleti olurdu. Lazlar buna xale diyorlar. Bu önemli bir yapıdır. Pisliğin üstü kuru yaprak ve eğrelti otu ile örtülür, kokmaması sağlanır ve bu pislikler tarımda kullanılırdı. Bu meydan tuvaleti basit tahtadan yapılırdı. Evler modernize edilirken, çayın gelişinden sonra, tarım çay lehine tekelleşince xale de ortadan kalktı. Çeşmeler de ortadan kalktı.

Beton evler yapıldıktan sonra su mutfağın için alındı. Modern evlerde olduğu gibi evin içine girdi.

Evin en çok rüzgar alan cephesine, avluya karayemiş fidanı dikilir. Karayemişe “Laz kirazı” denir. Meyvesi yenir. Kışın yapraklarını dökmez, evi rüzgardan korur. Bir ev için çok önemlidir. Evi sert rüzgarlardan korur, sıcak tutar. Evler, eski evlerin yerine yapıldığı için eski evlerin avlusunda bulunan karayemişler kesilmediği için yeni evlerin avlularında da bulunmaktadır. Lazlar, karayemişe yani Laz kirazoba “m3u” derler. Evi esas gösteren avludur. Lazlar avluya evliya derler ama bu Lazca değildir. Avlunun asıl Lazcası kodadır. Koda yada avlunun düzeni, güzelliği o ailenin asaletini gösterir. Bunun için avlunun düzenine çok önem verilirdi. Lazların yaşadığı yerler genellikle engebelidir. Bu nedenle Lazlar genellikle merdiven yapımında yada düzenlemesinde çok ileri idiler.

Yokuşları nakış nakış merdivenlerle işler. Çevre düzenlemesine önem verirler. Aslında bir evi de gösteren bunlardır. Bunu bildiklerinden mi, engebeli araziye sahip olduklarından mı, yoksa araziyi düzeltme duygularından mı olacak o pek birbirinden ayrılmaz; çünkü bir yandan da araziyi düzeltmek ve orayı yaşanır bir duruma getirmek zorundalar.

Çevresi otlarla kaplı olan evler iyi sayılmaz, temiz olmayan otlar, sarmaşıklarla kaplı evler Lazlarda virane, sahipleri ölmüş diye düşünülür. Böyle güzel bir evin önünden geçen Laz durur, düşünür, dua eder. Duayı önce evi yapan ustaya, yaptıran ev sahibine, soyuna sopuna dua ettikten sonra tanrıdan (Ğoromotişe) herkese böyle bir yuva nasip etmesi için yakarışta bulunur. Eski Lazlarda daha iyiye sahip olmak için toplumsal bir yarış vardı. Yaşlılar gençlere rehber ve yardımcı olurlardı. Toplu çalışma ve imece çok gelişmişti.

Tüm bunları anlatırken, oçaxaleyi de unutmamak gerekir. Oçaxale, çöplük anlamına gelmektedir. Laz evlerinin hemen hemen hepsinin bir cephesi açık çöplüktür. Bu olumsuz bir yapıdır. O zamanlar çevre kirlenmesi pek o kadar illeri olmadığı ve çöp ve atıklar bostan ve tarımda kullanıldığı için pek önemsenmiyordu. Bunu da zaman içinde yeni yapılar yaygınlaştıkça, kendilerine yakıştırmadıkları için kaldırdılar. Tuvalet çukurunu bile foseptik çukur haline getirmişlerdi. Bugün böyle bir şeyle karşılaşılırsa, böyle bir yapı görülse o evde oturan ilkel oçaxale kültürünü yaşayan insanlar olarak tanınırlar. Bu yapı sevimsiz bir durum arz eder.

Karaboğaz( Kurtboğazı) geçme tekniği ile yapılan bu evler, tahtalar yine ahşap çivilerle birbirine çakılarak yapılan bu yapılar depreme dayanıklı yapılardı. Bu yapıların bazen yöresel özellikler taşıyan çok katlı evler de yapılıyordu. Genelde bir bodrum kat, onun üstünde oturma yeri, yeni insanların yaşamlarını sürdürecekleri bölüm olurdu. Çatı ise bir depo olarak yapılırdı. Bu çatılar bir depo, bir ardiye veya otluk olarak kullanılırdı. Yeni yapılar yapılmaya başlanıldığı zaman bu oluklu kiremitler değişti, yassı ve ince oluklu, birbirlerine kenetlenen kiremitler tercih edildi. Çok az da olsa çatıyı kiremitle örtenlere de rastlanırdı. Evlerin bodrum katları birkaç bölüm olarak yapılırdı. Bodrumda yer kalmamışsa ek olarak yerler yapılırdı. Genelde bunlar evlere bitişik olarak yapılır ve üstü ahşap örtülür, otluk olarak kullanılırdı. Tarım için kullanılan tarım araç ve gereçleri de bu ek binalar altında saklanır ve korunurdu.

Evin oturma odasının arkasına jilemona denirdi. Jilemona da evin duvarına bitişik kışlık odunlar biriktirilir. Bu odun yığınına ç’arma derler. Ç’arma yani odun yığınlarının çok güzel olması gerekir. Dağdan bu odunlar arka ile taşınır. Bunu gören diğer komşu Lazlar evin gelinine gıpta ile bakarlar. Aferin gelin hanıma derler. Oturma evin en teferruatlı yeridir. Ateş orada yakılır. Ateş yakıldı mı çevresinde oturulur ve sohbet edilirdi. Tavana asılan klemuri zincirin ucunda kazanlar asılı olur ve yemekler pişirilir. Bir köşede evin erzaklarının bulunduğu kiler, köşelerde gerekli olan bütün araç ve gereçlerin asıldığı ve takılı olduğu aksesuarlar yer alırdı. Bu oturma kısmından diğer odalara geçmeden önce selamlığa geçilirdi. Buradan diğer odalara geçmek gerekiyordu. Salonlar genellikle az ışıklı ve loş olurdu.

Misafirler önce selamlıkta karşılanırdı. Sofaya alınmadan önce en yakın misafir odasına alınırdı. Sofaya açılan odalar genellikle misafir odalarıdır ve yatak odası olarak kullanılabiliyordu. Bazen bitişik yapılan tuvaletlere de rastlanmaktaydı. Böyle yapılmasının nedeni evi kötü kokulardan korumaktı.

Engebeli araziye yerleşen Lazlar, genelde evlerini yaparken, sağlam yamaçları ve bir de denizi gören yerleri tercih ederlerdi. Birbirine uzak ve dağınık bir şekilde evlerini inşa ederlerdi. Lazlar evlerini sahip oldukları arazinin tam ortasına yaparlardı. Uzun zaman denenmiş sağlam bölgelere ev yaparlardı. Bilinmeyen tehlikeli bölgeler tercih edilmezdi. Yapı bakımından köklü ve kendine özgü özelliği olan bir yapıya kavuşmuşlardı.

Bunda Lazların kıvrak zekasının çok önemi vardır. Bölge insanımız eskiden de yapı ustası olarak başka bölgelerde çalışırlardı. Yeni yapıyı da kısa zamanda öğrendiler. Diğer büyük şehirlerde müteahhitlik ve yapı ustalığında önemli başarılar kazandılar.

Yapıda ahşap kullanımı, yöresel bir yapı tarzıdır. Bölgenin ormanlık bölge olması, ahşabın kolay ve ucuz bulunması gelişmiş ahşap yapıya katkıda bulunmuştur. Doğu Karadeniz nemli bir atmosfere sahiptir ve ahşap kullanımını zorunlu kılmaktadır. Yapıcılıkta ahşap yöresel bir yapı tarzıdır.

Yapıcılıkta kullanılan bir yöntem de gözenek gözenek boşluklar bırakılmasıydı. Bu boşlukların içine uygun şekilde çakıl taşları yerleştirilir(göz doldurulması), böylece de değişik bir görüntü oluşturulurdu.

Bir başka yöntem, ahşap çok daha geniş çapraz üçgen şeklindeki gözenekler bırakılması şeklindeydi. Bu gözenekler tuğla ile içi örülerek duvar tamamlanıyordu. Bazen tuğla yerine başka harç veya taş kullanılırdı. Bu, yapılara dışardan güzel bir görünüm verdiği için sıva yapılmazdı. Bu evler uzaktan rengarenk desenli gözükürdü. Daha sonra bu güzel duvarları sıvamak moda oldu. Evler eski görünümünü kaybetti. Bunun nedeni ilk defa ağaların ve varlıklı aile evlerinin bu şekilde yapılmasıydı. Bu evlere “beyaz konak” gibi çarpıcı isimler de takılınca yeni yapılan konutlar ister istemez bu hale dönüştü. Ev yapımında kullanılan planlar genelde aydı idi. Bunu değiştirmeyi düşünmezlerdi. Çok gerekli olursa şartların zorlaması ile ancak değiştirirlerdi. Ortak kullandıkları büyükçe oturma odasının ve diğer odaların genişliği, ailenin büyüklüğüne göre değişirdi.

Laz evlerinin diğer bir bölümü evin hemen yanında bulunan serendeler’dir. Bu yapılar yine ahşaptan dört direk üzerine inşa edilirdi. Yitecekleri kurutmak ve korumak için dışardan hava alan, rutubet yapmayan direkler üzerine tek oda çatılarak inşa edilen bir yapı idi. Bu yapı Lazların evlerinin avlusunda muhakkak olurdu. Kızı istenen bir aile evet demeden önce kızı isteyen ailenin evini gizlice bir vesile ile ziyaret ederek kapılarında serenderi var mı diye bakardı. Eğer kapılarında serende yok ise o isteğe hayır cevabı verilirdi. Serendeler sosyal yaşamda böylesine önemli olmalarının yanı sıra ekonomik hayatta da çok gerekli idiler.

Bu araştırmada adı geçen bazı deyim ve kelimelerin karşılıkları:

Meci-imece: Karşılığında ücret almadan toplu olarak yapılan işin adı.
Papuli: Dede.
Otrebi: Önünde ateş yakılan dikdörtgen prizması bir taş. Bu taşa ocaklık taşı da denir.
Xoci: Öküz.
Xameli: Toprak çekmeye yarayan saplı geniş tahta. Tam orta yerinden iple bir sırığa bağlıdır. Geniş tahtanın sapından tutarak iki yanına da basarak kalabalık insanlar ipin bağlı olduğu sırığı çekerler. İlkel bir greydere benzemektedir.
Axir: Hayvanların beslendiği evin altında bir bölüm. Bodrum.
Kurt Boğazı: Özel bir şekilde birbirine kenetlenen eski evlerdeki ahşap köşelere verilen isimdir.
Duzi-Zeni: Genelde dere kenarlarında kör duvarlar çekilerek oluşturulan tarla.
Sulama özelliği olduğu için sulu tarımda da kullanılırdı.
Körduvar: Kara taşlar ile yapılan çimento kullanılmamış duvar anlamına gelir.
Ongure: Döşemelerin alt kalasları, kirişleri.
Klemuri: Kazan asılan ve yemek pişirmeye yarayan tavana asılmış zincir.
Reka: Kiremitleri tutan ince çıtalar.
Koboporta: Ana kapıda yapılan yarım kapı. Gündüz bu kapı açık olur.
Karayemiş-mbu: Buna "Laz Kirazı" da denir. Yöreye has bir yemiş. Siyah salkımlar halinde oluşur. Çekirdeği olan bir yemiştir.
Avliya: Avlu.
Virane: Kimselerin oturmadığı ev. Uğursuz veya virane ev de denir.
Oç’axale: Lazların evlerinin bir cephesinde oluşturdukları çöplük.
Koda: Avlu.
Oda: Evin içi, bölümlerinden her biri. K’odayı Türkçede pek kullanmayız. Ama “Oda” Türkçeye geçti. Kelimenin Türkçe olduğu sanılmaktadır.
Göz dolması: Ahşap gözeneklerin taşlarla doldurulması şeklinde yapılan bir yapın türü.
Muskalı: Geniş üçgen şeklinde ahşap gözenekler bırakılarak yapılan yapılardır. Büyük muska şeklindeki boşlukların tuğla ile yada daha başka bir şeyle doldurulması şeklinde yapılan duvar yapı tarzıdır.

Muhammet Tunçsan, Kafkasya Yazıları, 1998 Sonbahar